Bu Blog'da Ara

16 Ocak 2015 Cuma

                                                       BİR HAYALİN PEŞİNDE
    TÜR: Hikaye

     Ben, masmavi gökyüzüsü olan, kokusuyla ciğerlerime oksijen depoladığım, suları berrak, insanları temiz kalpli, yağmur yağdığında toprak kokusunu içime çekebildiğim, renkleri gökkuşağından öğrendiğim, ormanla iç içe evleri olan bir köyde doğup büyüyen, şimdilerde onun hasretiyle yanan ve oradan çok uzakta yaşayan yaşlı bir adamım. Ölen karımdan bana miras bir kızım bir de oğlumla birlikte  İstanbul'da yaşıyorum. Kendim gibi derme çatma bir evimiz var. Babam zamanında çocuklarım rahat etsin diye bir ev yapmış buraya. Ben de evlenince geldim yerleştim buraya. Şimdiki aklım olsaydı gelir miydim hiç? Mis gibi köyümü bırakır mıydım? 
Artık yaşamak çok zor buralarda. Bedenim yorgun. Şimdi tek hayalim çocuklarımı ikna edip köyüme dönmek ve ölene dek orada yaşamak.
     Kızım Büşra, üniversitede mimarlık öğrencisi. Benim gurur kaynağım. Biricik kızım.
Hiç üzmedi beni bu güne kadar. Onu terbiyeli, dürüst, namuslu bir insan olarak yetiştirdim. Hem anne hem de baba oldum ona. Kız çocuğu, annesinin eksikliğini hissetmesin diye didindim durdum. İleride de çok iyi yerlere geleceğinden eminim.
     Oğlum Ali, o henüz bir üniversite kazanamadı. Ablasının aksine pek de parlak sayılmaz. Biraz aksi, biraz huysuz. Aramız da çok iyi değil biraz anlaşamıyoruz. Sürekli karşı gelir bana. Dinlemez beni. Başına buyruk bir delikanlı.. Belki annesinin ölümünden dolayı yaşadıkları ağır geldi. Kaldıramadı ölüm acısını. O yüzden bu kadar asileşti. Beni dinlemez oldu. Geçenlerde arkadaşlarıyla içki içmişler. İçtikleri mekanda kavga çıkarmışlar onu bunu dövmüşler. Tabi sürünün başı benim oğlan. Sonra gidip denize atlamışlar. Hem de kışın ortasında. Oradan da çıkıp toplu şekilde eve getirdi. Ne kadar azarladıysam da anlamadı. Bir köşede sızıp kaldılar.  Ben de öylece bıraktım.
     Bu hafta sonu hava çok güzeldi. Dolaşmak istedim. Zaten emekli olduktan sonra kendime ayıracak çok vaktim oldu. Kendime yeni hobiler edindim. Resim yapıyorum, yeni diller öğrenmeye çalışıyorum. Bu yaşta zor oluyor tabi. İçimde büyümeyen bir çocuk var sanki. Kendime bir bisiklet bile aldım. O gün de bisikletimle çıktım dolaşmaya. Bindim bisikletime sürmeye başladım. Epey de uzaklaştım evden. Çoluk çocuk herkes sokaklardaydı. Anneleri istedikleri şeyleri almadığı için çoğu çocuk ağlıyordu. Anneleri de onları umursuyor gözükmüyorlardı. Gülüp geçtim. Etrafı izleye izleye yoluma devam ettim. Farkına varmadan ağaçlıklara kadar gitmişim. Epeydir gelmiyordum buralara. Ağaçlar kocaman olmuş. Kendimi ağaçların arasında buldum birden. Hoşuma da gitti bu durum açıkçası. Bisikletten indim. Toprağa yalın ayak basmak istedim. Ayakkabılarımı çıkardım. Biraz yürüdüm. Sonra toprağa bıraktım kendimi. Toprak bütün kötülükleri çekiyordu içine. Rahatlıyordum. Yere uzandım. Gözlerimi kapattım. Kuşların cıvıltısı kulağıma müzik gibi geliyordu. Kendimi onların şarkısına bıraktım. Kendimi soyutlamıştım bu dünyadan. Derken bir sincap sağ tarafımda belirdi. Gözüm ilişti sincaba. Öylece kaldım. Bana köyümü hatırlattı. Küçükken yapmaktan en çok hoşlandığım şey ormanda sincapları gizli gizli izlemekti. Bana anılarımı hatırlattı. İçimdeki hasret kabardı da kabardı. İşte o an bu şehirden ayrılma vaktinin geldiğini anladım. Kalktım. Bisikletime binip eve gittim. Çocuklara kararımı açıklayacaktım. Büşra eve çoktan gelmişti. Mis gibi yemek  kokuları duyuyordum kapıdan. İçeri girdim.  Ali henüz gelmemişti. Kim bilir neredeydi. Telefonla aradım ama cevap da vermedi. Biraz merak etmiştim ama eninde sonunda gelecekti. İçeri geçip oturdum. Büşra'yı yanıma çağırdım konuşmak için. Bana karşı gelmezdi o. Birkaç dakika sonra geldi. Konuşmaya başladım: "Kızım.. Sen de Ali de benim en kıymetlimsiniz. Benim her şeyim sizsiniz. Senin burada bir hayatın var.Alinin de hayatına bir çeki düzen vermesi gerekiyor. Ben burada bunalıyorum. Annenizi kaybettikten sonra bu hayat çekilmez oldu. Buradan uzaklara, memlekete gitmek istiyorum." Büşra: "Olur baba. Bu yaz seni yollarız. Biraz tatil sana iyi gelecektir." 
"Öyle değil kızım. Evet köye gitmek istiyorum ama uzun bir süreliğine. Hayatımın az da olsa geri kalanını doğduğum yerlerde geçirmek istiyorum." Büşra ne diyeceğini bilemedi. Onu rahatlatmak için bir şeyler söyledim. " Ama senin burada okulun var. sen gelmesen de olur." Ben böyle deyince biraz renk geldi yüzüne. "Ama Ali' yi götüreceğim. O burada güvenli değil. Her an ona bir şey olacak korkusuyla yaşamak istemiyorum. Akşam onunla da konuşacağım." dedim ve onu odasına yolladım. Akşam olmuştu ama Ali hala ortalıklarda yoktu. Merak ettim ve aradım. ama açmadı. Gece yarısı geldi eve yanında bir kızla. Langır lungur içeriye girdiler. Kapıya koştum hemen. Kız pek düzgün birine benzemiyordu. Kıyafeti berbattı. Yırtık pırtıktı her yeri. belli ki içmişlerdi. Hiç hoşuma gitmedi bu durum. Çok sinirlendim ve bağırmaya başladım. Bu, Eve getirdiği kim bilir kaçıncı ayyaştı. Ali den hesap sordum. Kızın kim olduğunu sordum. "Bir arkadaş, tanımazsın." dedi. odasına doğru giderken kolundan sertçe tutup kendime çektim. "Hiçbir yere gidemezsin. Kendine bir çeki düzen ver. Evde böyle insanlar istemiyorum artık!" diye bağırdım ona. Bu laflarım onu çok kızdırdı. Beni itip kolunu çekti. Yanındaki kız öyle duruyordu. Sesleri duyan Büşra içeriden koşup geldi. "ne oluyor burada?" Ne ben ne de Ali onu duymuştuk. Bu sefer Ali bağırmaya başladı. "Senin bana karışmaya hakkın yok. İstediğimi yaparım!" Sinirlen küplere binmiştim. " Bu evde yaşıyorsan benim kurallarıma uyacaksın. Başı boş sokaklarda dolaşıyorsun bir işin bile yok. Benimle köye geleceksin. Bundan sonra orada yaşayacağız!"  dedim. "Seninle asla gelmem!" diyerek arkasını döndü. Kapıdan çıkacaktı ki kendime çevirip bir tokat attım. Daha önce ona hiç vurmamıştım. Pişmandım. Yüzüme baktı ve kızı da alıp dışarı çıktı. kapıyı çarptı ve gitti.  Ben öylece donakaldım. Büşra'nın sesiyle kendime geldim. Ali'nin peşinden koştum. Durdurmaya çalıştım ama durmadı.  Daha da hızlandı. Peşlerinden caddeye kadar koştum. Yağmurluydu hava. yerler ıslaktı. Arabalar vızır vızır geçiyordu. Durmadılar. Benim de nefesim kesilmişti. Olduğum yere oturdum. Bakakaldım. Ve aniden bir fren sesi duyuldu. Ali yere yığıldı. Kalbim sıkışmıştı. Son bir güçle kalkıp koştum yanına. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Büşra da geldi. Ambulansı aradık ve hastaneye kaldırdık. Bu olayın tek suçlusu bendim. Kendi hayallerime onu alet ettim. Keşke ona vurmasaydım.  Bunların hiçbiri olmayacaktı. Yaptıklarımın pişmanlığını yaşıyorum şimdi..
    Şimdi hasretini çektiğim memleketimdeyim. Mevsim sonbahar. Ağaçlar yapraklarını dökmüş. Kızım yanımda. Temiz havayı içime çekerek derin bir nefes aldım. Gözüm ağaçtaki sincaba ilişti. Memleket sevgimi kabartan da bu sincaptı. Çok sevdiğim Memleketimdeyim. Kızım yanımda. Tek fark, oğlum şimdi toprağın altında...

15 Ocak 2015 Perşembe

Fabl

                                                       PAPAĞAN VE FARE
Matematik öğretmeni olan papağan, başka bir okula tayin olmuş. İlk girdiği sınıfta sınıfın en zekisi olan fare varmış. Fakat fare umursamaz,egosu olan konuları bildiği için dersleri dinlemeyen bir öğrenciymiş. Bunu fark eden papağan, direk gidip fareye: ‘’ Senden hiçbir şey olmaz. Çok umursamazsın.’’ demiş. Sonra bir de bakmış ki fare tüm sınavlardan en yüksek notu alıyor ve en başarılı olduğu derste matematik. Öğretmen papağan sınıfa ilk girdiğinde dediği sözden pişman olmuş ve ona: ‘’ Senin hakkında yanlış şeyler düşünmüşüm. Sende özür diliyorum ve yolunun açık olmasını diliyorum. Çok başarılısın. İnanıyorum ki iyi bir yerlere geleceksin. Başarılar. ‘’ demiş.


‘’ İnsanların tavrıyla ve dış görünüşüyle kültürünü ve bilgisini bilemezsiniz. ‘’

14 Ocak 2015 Çarşamba

Opera Bileti


Şehrin üstüne kasvetli bir hava çökmüştü. Sabahın erken saatleriydi ve her daim saat gibi kurulu uykumdan bugün geç uyanmıştım. Yaşlı insanlar erken kalkardı,bu bir kaideydi ve ben yıllardır bu kaideyi bozacak tek bir hadiseye dahil olmamıştım. Vaktinden önce uyanmam bir istisnaydı ve sebebi penceremin önünü kaplayan siyah yağmur yüklü bulutlardı. Gökyüzüne baktım ve kafamdaki ajandayı açtım. Ağır aksak davranıyordum. Yaşlılık bunu gerektiriyordu. Kafamdaki ajandada kayda değer bir şeye rastladım. Oğlumun bana gönderdiği bir konser bileti. Uzaklara uçan aramızdaki ülkelerce mesafeyi kapatmaya çalışan oğlum. Gözlerimi yumdum,sızlanmak bir hataydı. Baba olmak böyleydi. Günümüz böyleydi.
Akşam saatlerine doğru hazırlandım. Davete icaber edecektim. Evden çıktım ve arabama yöneldim. O sırada gazeteci çocuk elindeki son gazeteyi bana uzattı.
- Al amca,bu da son. Sen kullanırsın bir yerde eve kadar taşımak istemiyorum, dedi. Aldım. Kırmızı bisikletine bindi ve rüzgarımı da önüne katarak yola çıktı. Ben de arabama bindim ve 1 saatlik bir yolculuğun ardından opera salonuna vardım.Koltuğuma oturdum ve konsantre olmaya çalıştım. Salon kocamandı. Kırmızı koltuklar arka arkaya sıralanmıştı. Büyük kırmızı perde ise devasa bir görünüme sahipti. Kenarlarda altın işlemeli dürbünler vardı. Sevgili oğlum lüks hayatıyla gözümü boyuyordu. Babası değil müşterisiydim. Kendimi yorgun ve kırgın hissettim. Bu sırada bir kadın sesi duyuldu. Hafif toplu,beyaz bir balo elbisesi giymiş,kızıl saçlı kadın sahneye çıktı. Etrafa üzgün gözlerle baktı. Yüzünü inceledim güzel ve alımlıydı fakat dişleri onu bir sincap gibi gösteriyordu. Benzetmem beni utandırdı. Operanın sonuna kadar utançla kadını izledim. Yavaş yavaş oğluma benziyordum,tek fark vardı. Ben kendi gözümü boyuyordum. Opera bitince lüks salondan ağır adımlarla çıktım. Etrafıma bakmıyor,kafamı yerden kaldırmıyordum. Bu yüzden sanırım hızla üstüme gelen lüks arabayı fark edemedim. Bilincimi kaybetmeden önce tek hatırladığım şey oğlumun "Baba!" diye yankılanan acı çığlığı oldu.
Gözlerimi hastanede açtığımda aynı kara bulutlarla karşılaştım. Loş odamın aynasında kendi suratımı gördüm. Kırık bakıyordum. Kırık nasıl bakılırdı? Yağmur penceremi dövüyordu. Birkaç dakika sonra odamı incelemeye başladım. Mavi hastane perdeleri çekilmiş kasvetli hava göz önüne serilmişti. Demir başlıklı yatağım beyaz boyalı duvara dayanmıştı. Tam karşımda büyük,iki kapaklı duvara dayanmış bir dolap vardı. Tahminimce içi boştu. Dakikalar sonra kapım açıldı,yorgun ve buruk bakışlarla bana çok benzeyen oğlum içeri girdi. Kazadan hemen önce duyduğum ses hayal değildi. Buradaydı. Oğluma baktım ve yanıma gelmesini işaret ettim.

Gezgin Sirk

Gezgin Sirk

Bir varmış bir yokmuş günlerden birinde,büyük gezgin bir sirkin bir cambazı varmış. Elinden hiçbir şey kurtulamaz,aklınıza gelebilecek her türlü oyunu yaparmış. Bunca yeteneğine rağmen biraz doyumsuz olduğu düşünülen genç cambazın kurduğu bir hayal varmış. Bir çiftlik. Atlarla dolu bir çiftlik.
 Yine bir gün gezgin sirkiyle birlikte bir yere varan genç cambaz,karavanının kapısını açtığında önüne kocaman,aşılamayacak gibi görünen bir tepe çıkmış. Tepenin zirvesinde de büyük bir şato. Şatonun sahipleri varlıklı kişilermiş. Evin bireyleriyle tanışan sirk sakinleri,onlara marifetlerini gösterecekleri 40 günlük bir gösteri hazırlamışlar. 22. Gün cambaz gösteriye katılmamaya karar vermiş ve karavanında uykuya dalmış.
Günün sonunda  uyanan cambaz karavanının içinde evin küçük çocuğuyla karşılaşmış. Cambaz şaşkınlıkla bakmış. Küçük çocuk:
- Bir hayaliniz var,elinizde olan dışında. Bir hayaliniz var ve ne kadar yakın olduğunuzu görmüyorsunuz. Ellerini cambaza doğru uzatan çocuk,elini tutmasıyle cambazı bir çiftliğin ortasına getirmiş.
- Burası bizim,burada ki tüm hayvanlar. Şurada siyah bir at var. Biz ona "Bozan" diyoruz. Bana göstereceğiniz bir sihir karşılığında size bir at veririm. 
- Fakat ben sihir yapmıyorum ki,bu elinde olan bir şey,kendi elinde 
- Hayır,ben bir sihir istiyorum. Bir sihir ver ve bir at al!
Bunu söyleyen minik çocuk,cambaza gülümsemiş ve ortada kaybolmuş. 22. Günden itibaren cambaz elinde labut fakat aklında labuttan alakasız bir çıkmazla dolaşıvermiş.
40. Günün sonunda sihir aklına gelmiş. Tam bulduğunu düşündüğü an küçük çocuk yanında belirmiş. Gülumseyerek:
- Aklında bir fikir var,görebiliyorum. Anlat bana.
Cambaz elini başına götürmüş:
- Sihri burada düşünüyorum.
Ellerini açmış:
- Burada uyguluyorum.
Sonra küçük çocuğun göğsüne dokunmuş:
- Seninse sihir için bunlara ihtiyacın yok. Önünde yıllar var. Sihrini kendin yaratırsın,onu ögrenemezsin.
Küçük çocuk cambaza bakmış:
- İstediğim bu değildi.
Cambaz tam konuşacakken çocuk devam etmiş.
- Ben senden bana bir sihir vermeni istedim. Sen ise bana sihri öğrettin. Çiftliğimiz senindir. Ve küçük çocuk ortadan kaybolmuş. Koşarak karavandan dışarı çıkan cambaz gözlerine inanamamış. Ne şato var,ne de tepe. Önünde siyah bir at ve çitlerle çevrili koca bir arazi.
"Zeki cambaz sahip oldu güzel bir ata,
Labutlarını koydu bir kenara,
Gezgin sirk koyuldu bir başka yola,
Masal da bitti mutlu sonla."

tür:hikaye

                                                              FAKİR


        Fakirdi ailesi Alinin.Tek göz odalı bir gecekonduda oturuyorlardı.Babasının ciğerleri hasta olduğu için zorunlu olarak çalışamıyordu.Ali okul olmadığında simit satardı.Zaten ilk okulu da böyle zar zor bitirmişti.Daha sonra komşusunun yardımıyla bir lokantaya bulaşıkçı olarak alındı.Ali hayalini gerçekleştirmek için ilk adımı atmıştı.Eskiden lokantaların camları ardından gördüğü o güzel yemeklere kavuşmuştu.Artık günde 3 öğün karnı doyuyordu.Lokantada yemek pişiren Oğuz dayıyı göz hapsine almıştı.Ondan yemek pişirmeyi öğrenecek ve kendi de aşçı olacaktı,ve bunu kendi lokantasında yapacaktı.
         Ali askere gitti,geldikten sonra şehrin işlek bir yerine lokanta açtı.Yaptığı yemekler çok lezzetli olduğu için lokanta müşterilerle dolup taşıyordu.Kazancı da iyiydi.Ara sıra muhtaç insanlar lokantaya gelirdi ve bedava yemek yerlerdi.
          Lokantada çalışan garsonlar ve müşteriler Ali'nin öğle vakitleri boş bir masaya giderek masaya iki tabak bırakmasına bir anlam veremezdi.Onlar ne bileceklerdi yıllar önce sefaletin bitirdiği anne ve babasına Ali'nin armağanını...Hem onlar duyamazlardı ki,tabakları masaya bırakırken Ali'nin ''Bundan sonra aç kalmayacağız anneciğim ve babacığım.Alın yemeklerinizi karnınızı doyurun''diye mırıldandığını
        


                                                                                  Sevda Aleyna Sarı

Sihirli Tuz

Bir varmış bir yokmuş , hayatın bir ileri bir geri gelip gittiği zamanlardan birinde , insanların mutlu olduğu tek yer olarak varsayılan bir köyde insanların güzel zamanları geçerken o köyün ilerilerinde ihtişamlı bir saray varmış.Bu saray ahalisi çok mutsuzmuş,köylülerin bu aşırı mutluluklarını merak ettikleri halde bir kez olsun sormamışlar. Köylüler kralı pek sevmezmiş ama hep saygı saygı duyarmış ve yardım etmek istemişler. köylüler aralarında onları mutlu etmek için kendi aralarında bir oyun düzenlemişler.Köyün en güzel kızını saraya bir büyük bilge ile göndermişler.Bilge başlamış yalanını anlatmaya elindeki tuzu göstererek 'Efendim bu elimdeki tuzdur , bizi mutlu eder ve yemeklerimizi yapan bu güzel kızdır.'
Kral şaşırmış birazda kızgın bir şekilde ;
'Bizim mutsuz olduğumuzu söyleme cesaretini gösterip,elinde bu tuz ile gelmen büyük cesaret doğrusu.Peki anlat bakalım bu tuz nasıl olur da sizi mutlu eder ?'
Köylü derin bir nefes alarak
'Haklısınız haddim değil elbet ama bir deneyelim isterseniz, akşama yemekleri bu tuz ile bu güzel kızımız Yasemen yapsın.
Kral sakince ;
'Eğer bu akşam bu işe yaramaz ise ikinizde asılırsınız 'demiş

Akşam olmuş, yasemen çok güzel yemekler yapmış.Kral bir anda mutlu olduğunu hissetmiş ve köylülere teşekkür etmiş.Ve yasemeni kendi oğluyla evlendirmiş.Yalnız Kral yemekleri yine Yasemenin yapmasını istemiş ve yemekleri Yasemen yapmaya devam etmiş.

Kral çok hastalanmış ve yasemeni yanına çağırmış.Herkesin korktuğu bu Kral yasemene bin minnet etmiş ve
'Kızım bu son isteğim olabilir, farkındayım sonuma geliyorum.Belkide sonum bundan yıllar önce olacaktı ama sihirli tuz sayesinde daha uzun yaşadım.Sen bu tuzu Krallığın sonuna kadar kullan ve kullandırt.
Kız anlatmaya başlamış ;
'Biz sizi kandırdık efendim haddimiz olmayarak ama tuz sihirli falan değildi,sıradan bir tuzdu hatta ilk yemek yaptığımda içinde hiç tuz yoktu fakat siz bunun farkına bile varmadınız.Oyun yaptık ihtiyacınız olan şey mutluluğa inanmaktı.

Kral şaşkın bir şekilde ;
'Madem öyle kimse bilmesin bu yalan ile herkesi kandırmaya devam et , et ve tuzu her yıl sihirli diye sen ver .' demiş

Ve yıllar böyle mutlu mutlu geçmiş. Yasemenin sihirli tuzu insanları mutlu etmiş.


Onlar yemiş tuzlu tuzlu , biz uyuyalım tatlı tatlı...

Notalardaki yalnızlık

İlkbahardı hava ne soğuk ne sıcaktı çok ortaydı kararsızdı sanki , tıpkı benim gibi.Bisiklet meraklısı sayılmam ama bununla kafa dağıtmayı severim.Bindim mavi bisikletime başladım dolanmaya.Bisikleti ben almamıştım aynı apartmanda oturduğumuz o çok zengin ama sessiz adam vermişti bana.İlk elinde o bisikletle bizim kapıda gördüğümde çok şaşırmıştım.Bisiklet yeniydi siyah oluşunun dışında hoştu.Ben siyahı sevmezdim kasvetli gelirdi bana , ben mavi severdim , mavi huzur kokardı.Sonrasında para biriktirmeye başladım ikinci hafta bittiğinde ceplerimde bozuk paralar doluydu sanki arkamda kırk kişi varmış gibi koşmuştum. bisikletçiye.İçerisi boya ve tekerlek kokuyordu normaldi..Ceplerimdeki bozuk paraları masanın üzerine döküp nefes nefese kalan , tekleyen , o titrek sesimle ''Bisikletimi , bisikletimi maviye boyar mısınız ?'' demiştim.Bisikletimi kaldırdı içeriye yürüdü parayı saymamıştı bile bana dönüp gülümsedi ve ''Tamamdır , bir saat bekle.'' demişti. İçim kaynamıştı resmen , oturdum ve bir saat bekledim.Bir saat bir asırdı sanki.Elinde mavi bisikletimle gelmişti sonunda. Ya gerçekten çok güzeldi ya da kendimi kandırıyordum maviydi diye bilemiyorum.Eve gittiğimde evdekiler garip bir tepki vermişti , yanlış bir şey yapmışım gibi 'Nasıl yaptın bunu?' ''Hangi parayla?'' diye sorup duruyorlardı.Sonra öğrendim ki bu boyama işi baya pahalıymış o benim biriktirdiğim üç beş kuruş yetmezmiş,amca bana iyilik yapmış ne garip ben ise paramın üstüne konduğunu fazla para aldığını düşünmüştüm ama o an umursamamıştım. Bir korna sesiyle irkildim kahretsin dalmışım yine devam ettim yola.Opera salonunun oradan geçiyordum ah yine o komşumuz olan yaşlı amca.Her gün buraya gelmesine anlam veremiyordum başlarda sonra annem anlattı eski bir opera sanatçısıymış ne hoş.Müzikle aram iyidir diye bu konu ilgimi çekiyordu.Günler şöyle böyle geçiyordu.Bir akşam yine kapımız çaldı yine şu zengin , somurtuk , sessiz amcaydı. Beni yardım için eve çağırdığını söyledi. Başta annemde babamda kem küm etti ama sonunda dayanamadılar.Korkuyordum eve girdiğimde ilk başta garip bir kokuyla karşılaştım küf kokuyordu , hüzün kokuyordu.Ev siyahtı çoğunlukta , kendi gibiydi. Birden bir ses geldi çok korktum ama tabi ki belli etmemeliydim sonra ışıklar yandı rahatladım az da olsa.Bir köşede koca bir kafes vardı yaklaştım ve beyaz boyama kafesin içinde bir sincap gördüm , çok garipti.Sincap beslediğini gördüğüm ilk evdi hatta bence son olacaktı. O kadar sevimli bir hayvandı ki bu adamın hala sinirli olmasına inanamıyorum.Ben meraklı gözlerle etrafa bakınıyordum sağda solda çok fazla fotoğraf vardı , ne de çok gezmiş.Çok ilginç her fotoğrafta gülüyordu yanındakilerde öyle. ''Niye yanınızda değiller?'' diye sordum. Derin bir nefes çekti ve hikayesini anlattı.

 'Bir opera sanatçısıydım ben , işimde iyiydim , her şey harika gidiyordu , oğlum ben eşim çok mutluyduk bir gün boğazımda bir ağrı oldu ve doktora gittim.Ses tellerimde büyük bir sorun olduğunu ve artık şarkı söylememem gerektiğini söyledi.O an dünyam yıkıldı işte hayatım müzik üzerine kuruluyken hayatımı almak istediler. Eşimde opera sanatçısıydı benim.

O an istemeden ağzımdan 'O yüzden her gün Opera salonuna gidiyorsunuz' çıktı. Suratıma baktı ve 

'Hayatım elimden alınınca boşluğa düştüm eşim elimden tutacağına gitti ve aynı salonda çalışan arkadaşım Fikret ile birlikte oldu. Fikret benim yakın arkadaşımdı ve durumu çok iyi. Bisikleti de sana değil oğluma almıştım , doğum günüydü cesaret edemediğimden veremedim.Eşimin sesini özlediğimden her gün gider gizli gizli dinlerim.' dedi

Dolu gözleriyle bana bakıyordu bende ona , bir cevap bekliyordu sustum elinden tuttum çekmeye başladım , deli cesareti gelmişti adeta. Bisikleti de yanımızda götürüyordum , ne yapıyorum ben bile farkında değilim. Oldukça yüksek bir yere geldik 'Kendimiz için bir şey yapalım' dedim korktu elimi sıkıca kavradı ilerliyordum çünkü dahada ilerledim 'Yapma' dedi sadece sessiz ve sulu gözleriyle bir adım daha attım çekti bisikletimi attım beraber izledik uçuşunu paramparça oldu bisiklet döndüm gözlerine baktım 'Bak bisikletim geri gelemiyor sıkı tutamadım düştü işte. Sende git sıkıca oğlunun elini tut geri gelmiyor yoksa zaman kısıtlı' dedim gülümsedi sonra gülümsediğine inanamıyordum sonra yürüdük beraber bir bisiklet bana her şeyi öğretmişti...