Bu Blog'da Ara

12 Ocak 2015 Pazartesi

Pervazı Ahşap Konak (Hikaye)

Sıcak bir akşam üstü ahşap pervazdan içeriye giren ikindi güneşi gözlerime yansıdı. Gözlerimi açtığımda konakta bana ayrılan bu küçük odada paslı bir bisikletin iki metre uzağında sırtıma sıcaklığı vuran sedir yatağın üstündeydim. Uyuya kalmıştım, hem de iki saat sonra konağın hanımının opera salonundan davetlileri için ziyafeti varken. Yataktan kalkarken ahşap parkelerin çıkardığı ses büyük ihtimal birazdan bağırarak beni aşağılamaya gelecek olan kahyanın sesini aklıma getirdi. İki adım attıktan sonra iki tahtadan çakılarak yapılmış olan dolabın köşesine iliştirdiğim kırık aynada yansımamı gördüm. Rüyamdan olmuş olacak ki o aynadaki yansımamdan gözlerimdeki hüzünle kaplı bakışımı gördüm. Yine yetim ve öksüz kaldığım o gecenin kesitlerini görmüştüm rüyamda. Ayaklarımı istemeyerekte olsa zorladım ve iki adımda bu köpek bağlasan durmayacak olan odanın kapısına geldim. Siyah, hafifte olsa işlemeli olan tokmağı çevirip kapıyı açtığımda yukarıdaki sesleri duyabiliyordum. Herkes bir yere koşturuyordu, mahşer gününden farkı yoktu sanki. Merdivenlere yaklaştıkça mermer taşlar ve demir kaplamalar, bana ayrılan odanın büyük ihtimal eskiden ağır gibi bir yerin parçası olduğunu hatırlattı. Merdivenleri çıkarken cebime tıkıştırdığım kırış kırış gri renkteki kasketimi çıkarttım ve kafama geçirdim. Hanımım saçlarımı beğenemz, hep kahyaya kestirirdi. İlk kata çıktığımda öfkeyle yıkanmış o sesi duydum. 
-Nerede lan o besleme?
Sesi hiddetle etrafı yıkan bu yaşlı adam kahya idi. Dizlerimin ve dişlerimin titremesi bu konağa fakir bir besleme olarak alındığımdan beri gelen süreçte alıştığım bir şeydi. Alabildiğince gücümü toparladım ve mutfağa koştum. Kapıyı açtığımda bana kin ile bakan o iki göz, özür dilememe bile fırsat vermeden suratıma şamarı indirdi. Ailemin parası olmadığı için, okuyamamış, ailenin tek çocuğu olarak çalışmak zorunda kalmıştım. Arada sırada bulduğum ve baraka gibi evimizde sakladığım kitap sayfaları ve gazete parçalarından çat pat okumayı sökmüştüm o ailemi kaybettiğim vahşet gecede topladığım o kağıtlar da evle birlikte yanmıştı. İçimde kalan bu hevesle ben de konağın hanımının oğlunun kitaplarından birini almıştım. Bir gece bu olay fark edilince uyurken göğüsüme gelen o kemerin cehennem ateşince yakışı az önce yediğim bu şamarın yanında daha acıtıcıydı. Kendimi toplardığım anda özür dilemek amacıyla ağzımı açtım ama kahya buna da fırsat vermedi:
-Ben sana akşama ziyaret var, hanımımız her şeyi düzgün istiyor demedim mi? Hangi cürretle gidip keyif uykusu çekersin? Geldiğin çöplüğe geri mi dönmek istiyorsun nankör çocuk?!
Kahyanın bu sözlerinden sonra sesimi çıkarmamak istedim ama saygısızlık olarak algılanacağından korkup dudaklarım ve sesim titreyek:
-Çok özür dilerim beyim, vallahi içim-
Sözlerim suratıma inen başka bir şamarla  ağzıma tıkıldı. Cevap vermemeliydim. Ben buraya aşağılık bir barakadan gelen ve bu konakta sosyete hayatına hizmet etmekle onurlandırılmış bir beslemeydim. Haddimi aşmak yapabileceğim en büyük terbiyesizlikti. En azından yıllarca bu konakta aklıma bu aşılanmıştı.
Kahya hızlıca elime bir kova su ve bir bez sıkıştırıp tuvaletleri temizlememi emretti. Kovayla bezi alırken Meryem'in, beraber büyüdüğümüz bu konakta gözlerimin gördüğü tek kızı gördüm. Kumral, toplu saçının öne sarktığı perçeminden bana baktığını gördüm. Gözlerini ufak bir gülümsemeyle pişirmekte olduğu yemeğe kaçırdı. Az kalsın unuttuğum hayallerim aklıma geldi. Kanatlarım olmasa da ruhumu uçuran hayallerdi bunlar. Zengin olacak ve Meryem'i buralardan götürecektim.
Boş boş orada durduğumu bana kahyanın o öfkeye bulanmış sesi hatırlattı.
-Daha ne duruyorsun velet? Bir şamar daha mı indireyim değersiz yüzüne?
Kapıyı hemen ayağımla itip üst kata gitmek üzere merdivenlerden çıkmaya başladım. Her zaman yaptığım bu lanet iş yine bana kalmıştı. Sincap yüzlü bodur adamın işiydi hep bunlar. Yukarıka çıkınca ikinci katın laminant döşeme yerlerinden yansımamı gördüm. Yanaklarımda hala o şamalarından kalan kızarıklık, Meryem'le bakışmamızdan gelen kızarıklarla daha da fazlalaşmıştı. Koridorun sonuna vardığımda kapıyı açtım. İhtişamlı ayak yolu... Ne kadar güzel. Kovayı elimle yere bıraktım ve yüzümü yıkamak için lavaboya eğildim. Suratıma her vurduğum su beni yaşadıklarımdan duyduğum utanç ve öfke arasında götüp getiriyordu. Beni çöplükten alıp köle gibi davranan hanımın yaptığı parasıyla iyilik diye sayılıyorsa, benim buradan çıkıp zengin olduğum gün bu iyiliş anlayaşını değiştirecektim. Buradan çıkacak ve bu eziyete son verecektim. Bir gün...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder