Bu Blog'da Ara

16 Ocak 2015 Cuma

                                                       BİR HAYALİN PEŞİNDE
    TÜR: Hikaye

     Ben, masmavi gökyüzüsü olan, kokusuyla ciğerlerime oksijen depoladığım, suları berrak, insanları temiz kalpli, yağmur yağdığında toprak kokusunu içime çekebildiğim, renkleri gökkuşağından öğrendiğim, ormanla iç içe evleri olan bir köyde doğup büyüyen, şimdilerde onun hasretiyle yanan ve oradan çok uzakta yaşayan yaşlı bir adamım. Ölen karımdan bana miras bir kızım bir de oğlumla birlikte  İstanbul'da yaşıyorum. Kendim gibi derme çatma bir evimiz var. Babam zamanında çocuklarım rahat etsin diye bir ev yapmış buraya. Ben de evlenince geldim yerleştim buraya. Şimdiki aklım olsaydı gelir miydim hiç? Mis gibi köyümü bırakır mıydım? 
Artık yaşamak çok zor buralarda. Bedenim yorgun. Şimdi tek hayalim çocuklarımı ikna edip köyüme dönmek ve ölene dek orada yaşamak.
     Kızım Büşra, üniversitede mimarlık öğrencisi. Benim gurur kaynağım. Biricik kızım.
Hiç üzmedi beni bu güne kadar. Onu terbiyeli, dürüst, namuslu bir insan olarak yetiştirdim. Hem anne hem de baba oldum ona. Kız çocuğu, annesinin eksikliğini hissetmesin diye didindim durdum. İleride de çok iyi yerlere geleceğinden eminim.
     Oğlum Ali, o henüz bir üniversite kazanamadı. Ablasının aksine pek de parlak sayılmaz. Biraz aksi, biraz huysuz. Aramız da çok iyi değil biraz anlaşamıyoruz. Sürekli karşı gelir bana. Dinlemez beni. Başına buyruk bir delikanlı.. Belki annesinin ölümünden dolayı yaşadıkları ağır geldi. Kaldıramadı ölüm acısını. O yüzden bu kadar asileşti. Beni dinlemez oldu. Geçenlerde arkadaşlarıyla içki içmişler. İçtikleri mekanda kavga çıkarmışlar onu bunu dövmüşler. Tabi sürünün başı benim oğlan. Sonra gidip denize atlamışlar. Hem de kışın ortasında. Oradan da çıkıp toplu şekilde eve getirdi. Ne kadar azarladıysam da anlamadı. Bir köşede sızıp kaldılar.  Ben de öylece bıraktım.
     Bu hafta sonu hava çok güzeldi. Dolaşmak istedim. Zaten emekli olduktan sonra kendime ayıracak çok vaktim oldu. Kendime yeni hobiler edindim. Resim yapıyorum, yeni diller öğrenmeye çalışıyorum. Bu yaşta zor oluyor tabi. İçimde büyümeyen bir çocuk var sanki. Kendime bir bisiklet bile aldım. O gün de bisikletimle çıktım dolaşmaya. Bindim bisikletime sürmeye başladım. Epey de uzaklaştım evden. Çoluk çocuk herkes sokaklardaydı. Anneleri istedikleri şeyleri almadığı için çoğu çocuk ağlıyordu. Anneleri de onları umursuyor gözükmüyorlardı. Gülüp geçtim. Etrafı izleye izleye yoluma devam ettim. Farkına varmadan ağaçlıklara kadar gitmişim. Epeydir gelmiyordum buralara. Ağaçlar kocaman olmuş. Kendimi ağaçların arasında buldum birden. Hoşuma da gitti bu durum açıkçası. Bisikletten indim. Toprağa yalın ayak basmak istedim. Ayakkabılarımı çıkardım. Biraz yürüdüm. Sonra toprağa bıraktım kendimi. Toprak bütün kötülükleri çekiyordu içine. Rahatlıyordum. Yere uzandım. Gözlerimi kapattım. Kuşların cıvıltısı kulağıma müzik gibi geliyordu. Kendimi onların şarkısına bıraktım. Kendimi soyutlamıştım bu dünyadan. Derken bir sincap sağ tarafımda belirdi. Gözüm ilişti sincaba. Öylece kaldım. Bana köyümü hatırlattı. Küçükken yapmaktan en çok hoşlandığım şey ormanda sincapları gizli gizli izlemekti. Bana anılarımı hatırlattı. İçimdeki hasret kabardı da kabardı. İşte o an bu şehirden ayrılma vaktinin geldiğini anladım. Kalktım. Bisikletime binip eve gittim. Çocuklara kararımı açıklayacaktım. Büşra eve çoktan gelmişti. Mis gibi yemek  kokuları duyuyordum kapıdan. İçeri girdim.  Ali henüz gelmemişti. Kim bilir neredeydi. Telefonla aradım ama cevap da vermedi. Biraz merak etmiştim ama eninde sonunda gelecekti. İçeri geçip oturdum. Büşra'yı yanıma çağırdım konuşmak için. Bana karşı gelmezdi o. Birkaç dakika sonra geldi. Konuşmaya başladım: "Kızım.. Sen de Ali de benim en kıymetlimsiniz. Benim her şeyim sizsiniz. Senin burada bir hayatın var.Alinin de hayatına bir çeki düzen vermesi gerekiyor. Ben burada bunalıyorum. Annenizi kaybettikten sonra bu hayat çekilmez oldu. Buradan uzaklara, memlekete gitmek istiyorum." Büşra: "Olur baba. Bu yaz seni yollarız. Biraz tatil sana iyi gelecektir." 
"Öyle değil kızım. Evet köye gitmek istiyorum ama uzun bir süreliğine. Hayatımın az da olsa geri kalanını doğduğum yerlerde geçirmek istiyorum." Büşra ne diyeceğini bilemedi. Onu rahatlatmak için bir şeyler söyledim. " Ama senin burada okulun var. sen gelmesen de olur." Ben böyle deyince biraz renk geldi yüzüne. "Ama Ali' yi götüreceğim. O burada güvenli değil. Her an ona bir şey olacak korkusuyla yaşamak istemiyorum. Akşam onunla da konuşacağım." dedim ve onu odasına yolladım. Akşam olmuştu ama Ali hala ortalıklarda yoktu. Merak ettim ve aradım. ama açmadı. Gece yarısı geldi eve yanında bir kızla. Langır lungur içeriye girdiler. Kapıya koştum hemen. Kız pek düzgün birine benzemiyordu. Kıyafeti berbattı. Yırtık pırtıktı her yeri. belli ki içmişlerdi. Hiç hoşuma gitmedi bu durum. Çok sinirlendim ve bağırmaya başladım. Bu, Eve getirdiği kim bilir kaçıncı ayyaştı. Ali den hesap sordum. Kızın kim olduğunu sordum. "Bir arkadaş, tanımazsın." dedi. odasına doğru giderken kolundan sertçe tutup kendime çektim. "Hiçbir yere gidemezsin. Kendine bir çeki düzen ver. Evde böyle insanlar istemiyorum artık!" diye bağırdım ona. Bu laflarım onu çok kızdırdı. Beni itip kolunu çekti. Yanındaki kız öyle duruyordu. Sesleri duyan Büşra içeriden koşup geldi. "ne oluyor burada?" Ne ben ne de Ali onu duymuştuk. Bu sefer Ali bağırmaya başladı. "Senin bana karışmaya hakkın yok. İstediğimi yaparım!" Sinirlen küplere binmiştim. " Bu evde yaşıyorsan benim kurallarıma uyacaksın. Başı boş sokaklarda dolaşıyorsun bir işin bile yok. Benimle köye geleceksin. Bundan sonra orada yaşayacağız!"  dedim. "Seninle asla gelmem!" diyerek arkasını döndü. Kapıdan çıkacaktı ki kendime çevirip bir tokat attım. Daha önce ona hiç vurmamıştım. Pişmandım. Yüzüme baktı ve kızı da alıp dışarı çıktı. kapıyı çarptı ve gitti.  Ben öylece donakaldım. Büşra'nın sesiyle kendime geldim. Ali'nin peşinden koştum. Durdurmaya çalıştım ama durmadı.  Daha da hızlandı. Peşlerinden caddeye kadar koştum. Yağmurluydu hava. yerler ıslaktı. Arabalar vızır vızır geçiyordu. Durmadılar. Benim de nefesim kesilmişti. Olduğum yere oturdum. Bakakaldım. Ve aniden bir fren sesi duyuldu. Ali yere yığıldı. Kalbim sıkışmıştı. Son bir güçle kalkıp koştum yanına. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Büşra da geldi. Ambulansı aradık ve hastaneye kaldırdık. Bu olayın tek suçlusu bendim. Kendi hayallerime onu alet ettim. Keşke ona vurmasaydım.  Bunların hiçbiri olmayacaktı. Yaptıklarımın pişmanlığını yaşıyorum şimdi..
    Şimdi hasretini çektiğim memleketimdeyim. Mevsim sonbahar. Ağaçlar yapraklarını dökmüş. Kızım yanımda. Temiz havayı içime çekerek derin bir nefes aldım. Gözüm ağaçtaki sincaba ilişti. Memleket sevgimi kabartan da bu sincaptı. Çok sevdiğim Memleketimdeyim. Kızım yanımda. Tek fark, oğlum şimdi toprağın altında...

15 Ocak 2015 Perşembe

Fabl

                                                       PAPAĞAN VE FARE
Matematik öğretmeni olan papağan, başka bir okula tayin olmuş. İlk girdiği sınıfta sınıfın en zekisi olan fare varmış. Fakat fare umursamaz,egosu olan konuları bildiği için dersleri dinlemeyen bir öğrenciymiş. Bunu fark eden papağan, direk gidip fareye: ‘’ Senden hiçbir şey olmaz. Çok umursamazsın.’’ demiş. Sonra bir de bakmış ki fare tüm sınavlardan en yüksek notu alıyor ve en başarılı olduğu derste matematik. Öğretmen papağan sınıfa ilk girdiğinde dediği sözden pişman olmuş ve ona: ‘’ Senin hakkında yanlış şeyler düşünmüşüm. Sende özür diliyorum ve yolunun açık olmasını diliyorum. Çok başarılısın. İnanıyorum ki iyi bir yerlere geleceksin. Başarılar. ‘’ demiş.


‘’ İnsanların tavrıyla ve dış görünüşüyle kültürünü ve bilgisini bilemezsiniz. ‘’

14 Ocak 2015 Çarşamba

Opera Bileti


Şehrin üstüne kasvetli bir hava çökmüştü. Sabahın erken saatleriydi ve her daim saat gibi kurulu uykumdan bugün geç uyanmıştım. Yaşlı insanlar erken kalkardı,bu bir kaideydi ve ben yıllardır bu kaideyi bozacak tek bir hadiseye dahil olmamıştım. Vaktinden önce uyanmam bir istisnaydı ve sebebi penceremin önünü kaplayan siyah yağmur yüklü bulutlardı. Gökyüzüne baktım ve kafamdaki ajandayı açtım. Ağır aksak davranıyordum. Yaşlılık bunu gerektiriyordu. Kafamdaki ajandada kayda değer bir şeye rastladım. Oğlumun bana gönderdiği bir konser bileti. Uzaklara uçan aramızdaki ülkelerce mesafeyi kapatmaya çalışan oğlum. Gözlerimi yumdum,sızlanmak bir hataydı. Baba olmak böyleydi. Günümüz böyleydi.
Akşam saatlerine doğru hazırlandım. Davete icaber edecektim. Evden çıktım ve arabama yöneldim. O sırada gazeteci çocuk elindeki son gazeteyi bana uzattı.
- Al amca,bu da son. Sen kullanırsın bir yerde eve kadar taşımak istemiyorum, dedi. Aldım. Kırmızı bisikletine bindi ve rüzgarımı da önüne katarak yola çıktı. Ben de arabama bindim ve 1 saatlik bir yolculuğun ardından opera salonuna vardım.Koltuğuma oturdum ve konsantre olmaya çalıştım. Salon kocamandı. Kırmızı koltuklar arka arkaya sıralanmıştı. Büyük kırmızı perde ise devasa bir görünüme sahipti. Kenarlarda altın işlemeli dürbünler vardı. Sevgili oğlum lüks hayatıyla gözümü boyuyordu. Babası değil müşterisiydim. Kendimi yorgun ve kırgın hissettim. Bu sırada bir kadın sesi duyuldu. Hafif toplu,beyaz bir balo elbisesi giymiş,kızıl saçlı kadın sahneye çıktı. Etrafa üzgün gözlerle baktı. Yüzünü inceledim güzel ve alımlıydı fakat dişleri onu bir sincap gibi gösteriyordu. Benzetmem beni utandırdı. Operanın sonuna kadar utançla kadını izledim. Yavaş yavaş oğluma benziyordum,tek fark vardı. Ben kendi gözümü boyuyordum. Opera bitince lüks salondan ağır adımlarla çıktım. Etrafıma bakmıyor,kafamı yerden kaldırmıyordum. Bu yüzden sanırım hızla üstüme gelen lüks arabayı fark edemedim. Bilincimi kaybetmeden önce tek hatırladığım şey oğlumun "Baba!" diye yankılanan acı çığlığı oldu.
Gözlerimi hastanede açtığımda aynı kara bulutlarla karşılaştım. Loş odamın aynasında kendi suratımı gördüm. Kırık bakıyordum. Kırık nasıl bakılırdı? Yağmur penceremi dövüyordu. Birkaç dakika sonra odamı incelemeye başladım. Mavi hastane perdeleri çekilmiş kasvetli hava göz önüne serilmişti. Demir başlıklı yatağım beyaz boyalı duvara dayanmıştı. Tam karşımda büyük,iki kapaklı duvara dayanmış bir dolap vardı. Tahminimce içi boştu. Dakikalar sonra kapım açıldı,yorgun ve buruk bakışlarla bana çok benzeyen oğlum içeri girdi. Kazadan hemen önce duyduğum ses hayal değildi. Buradaydı. Oğluma baktım ve yanıma gelmesini işaret ettim.

Gezgin Sirk

Gezgin Sirk

Bir varmış bir yokmuş günlerden birinde,büyük gezgin bir sirkin bir cambazı varmış. Elinden hiçbir şey kurtulamaz,aklınıza gelebilecek her türlü oyunu yaparmış. Bunca yeteneğine rağmen biraz doyumsuz olduğu düşünülen genç cambazın kurduğu bir hayal varmış. Bir çiftlik. Atlarla dolu bir çiftlik.
 Yine bir gün gezgin sirkiyle birlikte bir yere varan genç cambaz,karavanının kapısını açtığında önüne kocaman,aşılamayacak gibi görünen bir tepe çıkmış. Tepenin zirvesinde de büyük bir şato. Şatonun sahipleri varlıklı kişilermiş. Evin bireyleriyle tanışan sirk sakinleri,onlara marifetlerini gösterecekleri 40 günlük bir gösteri hazırlamışlar. 22. Gün cambaz gösteriye katılmamaya karar vermiş ve karavanında uykuya dalmış.
Günün sonunda  uyanan cambaz karavanının içinde evin küçük çocuğuyla karşılaşmış. Cambaz şaşkınlıkla bakmış. Küçük çocuk:
- Bir hayaliniz var,elinizde olan dışında. Bir hayaliniz var ve ne kadar yakın olduğunuzu görmüyorsunuz. Ellerini cambaza doğru uzatan çocuk,elini tutmasıyle cambazı bir çiftliğin ortasına getirmiş.
- Burası bizim,burada ki tüm hayvanlar. Şurada siyah bir at var. Biz ona "Bozan" diyoruz. Bana göstereceğiniz bir sihir karşılığında size bir at veririm. 
- Fakat ben sihir yapmıyorum ki,bu elinde olan bir şey,kendi elinde 
- Hayır,ben bir sihir istiyorum. Bir sihir ver ve bir at al!
Bunu söyleyen minik çocuk,cambaza gülümsemiş ve ortada kaybolmuş. 22. Günden itibaren cambaz elinde labut fakat aklında labuttan alakasız bir çıkmazla dolaşıvermiş.
40. Günün sonunda sihir aklına gelmiş. Tam bulduğunu düşündüğü an küçük çocuk yanında belirmiş. Gülumseyerek:
- Aklında bir fikir var,görebiliyorum. Anlat bana.
Cambaz elini başına götürmüş:
- Sihri burada düşünüyorum.
Ellerini açmış:
- Burada uyguluyorum.
Sonra küçük çocuğun göğsüne dokunmuş:
- Seninse sihir için bunlara ihtiyacın yok. Önünde yıllar var. Sihrini kendin yaratırsın,onu ögrenemezsin.
Küçük çocuk cambaza bakmış:
- İstediğim bu değildi.
Cambaz tam konuşacakken çocuk devam etmiş.
- Ben senden bana bir sihir vermeni istedim. Sen ise bana sihri öğrettin. Çiftliğimiz senindir. Ve küçük çocuk ortadan kaybolmuş. Koşarak karavandan dışarı çıkan cambaz gözlerine inanamamış. Ne şato var,ne de tepe. Önünde siyah bir at ve çitlerle çevrili koca bir arazi.
"Zeki cambaz sahip oldu güzel bir ata,
Labutlarını koydu bir kenara,
Gezgin sirk koyuldu bir başka yola,
Masal da bitti mutlu sonla."

tür:hikaye

                                                              FAKİR


        Fakirdi ailesi Alinin.Tek göz odalı bir gecekonduda oturuyorlardı.Babasının ciğerleri hasta olduğu için zorunlu olarak çalışamıyordu.Ali okul olmadığında simit satardı.Zaten ilk okulu da böyle zar zor bitirmişti.Daha sonra komşusunun yardımıyla bir lokantaya bulaşıkçı olarak alındı.Ali hayalini gerçekleştirmek için ilk adımı atmıştı.Eskiden lokantaların camları ardından gördüğü o güzel yemeklere kavuşmuştu.Artık günde 3 öğün karnı doyuyordu.Lokantada yemek pişiren Oğuz dayıyı göz hapsine almıştı.Ondan yemek pişirmeyi öğrenecek ve kendi de aşçı olacaktı,ve bunu kendi lokantasında yapacaktı.
         Ali askere gitti,geldikten sonra şehrin işlek bir yerine lokanta açtı.Yaptığı yemekler çok lezzetli olduğu için lokanta müşterilerle dolup taşıyordu.Kazancı da iyiydi.Ara sıra muhtaç insanlar lokantaya gelirdi ve bedava yemek yerlerdi.
          Lokantada çalışan garsonlar ve müşteriler Ali'nin öğle vakitleri boş bir masaya giderek masaya iki tabak bırakmasına bir anlam veremezdi.Onlar ne bileceklerdi yıllar önce sefaletin bitirdiği anne ve babasına Ali'nin armağanını...Hem onlar duyamazlardı ki,tabakları masaya bırakırken Ali'nin ''Bundan sonra aç kalmayacağız anneciğim ve babacığım.Alın yemeklerinizi karnınızı doyurun''diye mırıldandığını
        


                                                                                  Sevda Aleyna Sarı

Sihirli Tuz

Bir varmış bir yokmuş , hayatın bir ileri bir geri gelip gittiği zamanlardan birinde , insanların mutlu olduğu tek yer olarak varsayılan bir köyde insanların güzel zamanları geçerken o köyün ilerilerinde ihtişamlı bir saray varmış.Bu saray ahalisi çok mutsuzmuş,köylülerin bu aşırı mutluluklarını merak ettikleri halde bir kez olsun sormamışlar. Köylüler kralı pek sevmezmiş ama hep saygı saygı duyarmış ve yardım etmek istemişler. köylüler aralarında onları mutlu etmek için kendi aralarında bir oyun düzenlemişler.Köyün en güzel kızını saraya bir büyük bilge ile göndermişler.Bilge başlamış yalanını anlatmaya elindeki tuzu göstererek 'Efendim bu elimdeki tuzdur , bizi mutlu eder ve yemeklerimizi yapan bu güzel kızdır.'
Kral şaşırmış birazda kızgın bir şekilde ;
'Bizim mutsuz olduğumuzu söyleme cesaretini gösterip,elinde bu tuz ile gelmen büyük cesaret doğrusu.Peki anlat bakalım bu tuz nasıl olur da sizi mutlu eder ?'
Köylü derin bir nefes alarak
'Haklısınız haddim değil elbet ama bir deneyelim isterseniz, akşama yemekleri bu tuz ile bu güzel kızımız Yasemen yapsın.
Kral sakince ;
'Eğer bu akşam bu işe yaramaz ise ikinizde asılırsınız 'demiş

Akşam olmuş, yasemen çok güzel yemekler yapmış.Kral bir anda mutlu olduğunu hissetmiş ve köylülere teşekkür etmiş.Ve yasemeni kendi oğluyla evlendirmiş.Yalnız Kral yemekleri yine Yasemenin yapmasını istemiş ve yemekleri Yasemen yapmaya devam etmiş.

Kral çok hastalanmış ve yasemeni yanına çağırmış.Herkesin korktuğu bu Kral yasemene bin minnet etmiş ve
'Kızım bu son isteğim olabilir, farkındayım sonuma geliyorum.Belkide sonum bundan yıllar önce olacaktı ama sihirli tuz sayesinde daha uzun yaşadım.Sen bu tuzu Krallığın sonuna kadar kullan ve kullandırt.
Kız anlatmaya başlamış ;
'Biz sizi kandırdık efendim haddimiz olmayarak ama tuz sihirli falan değildi,sıradan bir tuzdu hatta ilk yemek yaptığımda içinde hiç tuz yoktu fakat siz bunun farkına bile varmadınız.Oyun yaptık ihtiyacınız olan şey mutluluğa inanmaktı.

Kral şaşkın bir şekilde ;
'Madem öyle kimse bilmesin bu yalan ile herkesi kandırmaya devam et , et ve tuzu her yıl sihirli diye sen ver .' demiş

Ve yıllar böyle mutlu mutlu geçmiş. Yasemenin sihirli tuzu insanları mutlu etmiş.


Onlar yemiş tuzlu tuzlu , biz uyuyalım tatlı tatlı...

Notalardaki yalnızlık

İlkbahardı hava ne soğuk ne sıcaktı çok ortaydı kararsızdı sanki , tıpkı benim gibi.Bisiklet meraklısı sayılmam ama bununla kafa dağıtmayı severim.Bindim mavi bisikletime başladım dolanmaya.Bisikleti ben almamıştım aynı apartmanda oturduğumuz o çok zengin ama sessiz adam vermişti bana.İlk elinde o bisikletle bizim kapıda gördüğümde çok şaşırmıştım.Bisiklet yeniydi siyah oluşunun dışında hoştu.Ben siyahı sevmezdim kasvetli gelirdi bana , ben mavi severdim , mavi huzur kokardı.Sonrasında para biriktirmeye başladım ikinci hafta bittiğinde ceplerimde bozuk paralar doluydu sanki arkamda kırk kişi varmış gibi koşmuştum. bisikletçiye.İçerisi boya ve tekerlek kokuyordu normaldi..Ceplerimdeki bozuk paraları masanın üzerine döküp nefes nefese kalan , tekleyen , o titrek sesimle ''Bisikletimi , bisikletimi maviye boyar mısınız ?'' demiştim.Bisikletimi kaldırdı içeriye yürüdü parayı saymamıştı bile bana dönüp gülümsedi ve ''Tamamdır , bir saat bekle.'' demişti. İçim kaynamıştı resmen , oturdum ve bir saat bekledim.Bir saat bir asırdı sanki.Elinde mavi bisikletimle gelmişti sonunda. Ya gerçekten çok güzeldi ya da kendimi kandırıyordum maviydi diye bilemiyorum.Eve gittiğimde evdekiler garip bir tepki vermişti , yanlış bir şey yapmışım gibi 'Nasıl yaptın bunu?' ''Hangi parayla?'' diye sorup duruyorlardı.Sonra öğrendim ki bu boyama işi baya pahalıymış o benim biriktirdiğim üç beş kuruş yetmezmiş,amca bana iyilik yapmış ne garip ben ise paramın üstüne konduğunu fazla para aldığını düşünmüştüm ama o an umursamamıştım. Bir korna sesiyle irkildim kahretsin dalmışım yine devam ettim yola.Opera salonunun oradan geçiyordum ah yine o komşumuz olan yaşlı amca.Her gün buraya gelmesine anlam veremiyordum başlarda sonra annem anlattı eski bir opera sanatçısıymış ne hoş.Müzikle aram iyidir diye bu konu ilgimi çekiyordu.Günler şöyle böyle geçiyordu.Bir akşam yine kapımız çaldı yine şu zengin , somurtuk , sessiz amcaydı. Beni yardım için eve çağırdığını söyledi. Başta annemde babamda kem küm etti ama sonunda dayanamadılar.Korkuyordum eve girdiğimde ilk başta garip bir kokuyla karşılaştım küf kokuyordu , hüzün kokuyordu.Ev siyahtı çoğunlukta , kendi gibiydi. Birden bir ses geldi çok korktum ama tabi ki belli etmemeliydim sonra ışıklar yandı rahatladım az da olsa.Bir köşede koca bir kafes vardı yaklaştım ve beyaz boyama kafesin içinde bir sincap gördüm , çok garipti.Sincap beslediğini gördüğüm ilk evdi hatta bence son olacaktı. O kadar sevimli bir hayvandı ki bu adamın hala sinirli olmasına inanamıyorum.Ben meraklı gözlerle etrafa bakınıyordum sağda solda çok fazla fotoğraf vardı , ne de çok gezmiş.Çok ilginç her fotoğrafta gülüyordu yanındakilerde öyle. ''Niye yanınızda değiller?'' diye sordum. Derin bir nefes çekti ve hikayesini anlattı.

 'Bir opera sanatçısıydım ben , işimde iyiydim , her şey harika gidiyordu , oğlum ben eşim çok mutluyduk bir gün boğazımda bir ağrı oldu ve doktora gittim.Ses tellerimde büyük bir sorun olduğunu ve artık şarkı söylememem gerektiğini söyledi.O an dünyam yıkıldı işte hayatım müzik üzerine kuruluyken hayatımı almak istediler. Eşimde opera sanatçısıydı benim.

O an istemeden ağzımdan 'O yüzden her gün Opera salonuna gidiyorsunuz' çıktı. Suratıma baktı ve 

'Hayatım elimden alınınca boşluğa düştüm eşim elimden tutacağına gitti ve aynı salonda çalışan arkadaşım Fikret ile birlikte oldu. Fikret benim yakın arkadaşımdı ve durumu çok iyi. Bisikleti de sana değil oğluma almıştım , doğum günüydü cesaret edemediğimden veremedim.Eşimin sesini özlediğimden her gün gider gizli gizli dinlerim.' dedi

Dolu gözleriyle bana bakıyordu bende ona , bir cevap bekliyordu sustum elinden tuttum çekmeye başladım , deli cesareti gelmişti adeta. Bisikleti de yanımızda götürüyordum , ne yapıyorum ben bile farkında değilim. Oldukça yüksek bir yere geldik 'Kendimiz için bir şey yapalım' dedim korktu elimi sıkıca kavradı ilerliyordum çünkü dahada ilerledim 'Yapma' dedi sadece sessiz ve sulu gözleriyle bir adım daha attım çekti bisikletimi attım beraber izledik uçuşunu paramparça oldu bisiklet döndüm gözlerine baktım 'Bak bisikletim geri gelemiyor sıkı tutamadım düştü işte. Sende git sıkıca oğlunun elini tut geri gelmiyor yoksa zaman kısıtlı' dedim gülümsedi sonra gülümsediğine inanamıyordum sonra yürüdük beraber bir bisiklet bana her şeyi öğretmişti...

13 Ocak 2015 Salı

ARKADAŞINI DOĞRU SEÇ

İki yakın arkadaş orman geziyorlarmış. Sağ taraftan bir çıtırtı gelmiş. Bir bakmışlar ki ayı onlara doğru koşuyor. İyi yakın arkadaş koşmaya başlamışlar.
 Biri taşa takılarak düşmüş ve bacağına agrı girmiş. Diğeri ise arkasına bakmadan kaçmış.Bacağına ağrı giren ne yapacağını bilmiyormuş.
Ve Ayı ona doğru yaklaşmış , öldürmeden önce kulağına eğilerek : '' En tehlikeli anında seni yarı yolda bırakanla arkadaş olma. '' demiş.


Tilki ile Kedi

Tilki ile Kedi sohbet ediyorlarmış.Tilki durmadan ne kadar hilekar ve kurnaz oldugunu anlatıyormuş.Söyledigine göre düşmanları onu alt edemezmiş çünkü onlardan kurtulabilecek bir sürü oyun ve hile bilirmiş.
Kedi biraz da utanarak : '' Ben fazla oyun bilmem ki! '' demiş. '' Düsmanlarımın elinden kurtulmak için bir tek yol bilirim oda kaçmaktır. ''
Tilki : '' Kedi kardeş. '' demiş. Ben her tehlike karşısında basımın çaresine bakabilirim ama senin durumua üzülüyorum. Korkarım ki bir gün düşmanların seni çabuk alt edecek.
Az sonra bir sürü tazının bagrışmalarnı duymuşlar. Bir avcı topluluguna ait olan bu köpekler , bütün hızlarıyla kedilerine dogru koşuyormuş.Kedi hemen yanındaki bir agacın dallarına sıçrayarak en üstteki bir yaprak kümesinin içine saklanmış.
Tilki ise '' Acaba şu hileyi mi yapsam yoksa bu hile mi? '' diye düşünmeye başlamış. Çünkü o kadar çok hüle biliyormuş ki , hangisiniz uygulamasının daha dogru olacagını karar veremiyormuş. Tam birisini uygulayacakmış ki tazılar etrafını çevirip Tilkinin işini bitirivermişler.
Bütün olanları yukarıdan izleyen kedi , çok hile bilmedigine şükretmiş.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Pervazı Ahşap Konak (Hikaye)

Sıcak bir akşam üstü ahşap pervazdan içeriye giren ikindi güneşi gözlerime yansıdı. Gözlerimi açtığımda konakta bana ayrılan bu küçük odada paslı bir bisikletin iki metre uzağında sırtıma sıcaklığı vuran sedir yatağın üstündeydim. Uyuya kalmıştım, hem de iki saat sonra konağın hanımının opera salonundan davetlileri için ziyafeti varken. Yataktan kalkarken ahşap parkelerin çıkardığı ses büyük ihtimal birazdan bağırarak beni aşağılamaya gelecek olan kahyanın sesini aklıma getirdi. İki adım attıktan sonra iki tahtadan çakılarak yapılmış olan dolabın köşesine iliştirdiğim kırık aynada yansımamı gördüm. Rüyamdan olmuş olacak ki o aynadaki yansımamdan gözlerimdeki hüzünle kaplı bakışımı gördüm. Yine yetim ve öksüz kaldığım o gecenin kesitlerini görmüştüm rüyamda. Ayaklarımı istemeyerekte olsa zorladım ve iki adımda bu köpek bağlasan durmayacak olan odanın kapısına geldim. Siyah, hafifte olsa işlemeli olan tokmağı çevirip kapıyı açtığımda yukarıdaki sesleri duyabiliyordum. Herkes bir yere koşturuyordu, mahşer gününden farkı yoktu sanki. Merdivenlere yaklaştıkça mermer taşlar ve demir kaplamalar, bana ayrılan odanın büyük ihtimal eskiden ağır gibi bir yerin parçası olduğunu hatırlattı. Merdivenleri çıkarken cebime tıkıştırdığım kırış kırış gri renkteki kasketimi çıkarttım ve kafama geçirdim. Hanımım saçlarımı beğenemz, hep kahyaya kestirirdi. İlk kata çıktığımda öfkeyle yıkanmış o sesi duydum. 
-Nerede lan o besleme?
Sesi hiddetle etrafı yıkan bu yaşlı adam kahya idi. Dizlerimin ve dişlerimin titremesi bu konağa fakir bir besleme olarak alındığımdan beri gelen süreçte alıştığım bir şeydi. Alabildiğince gücümü toparladım ve mutfağa koştum. Kapıyı açtığımda bana kin ile bakan o iki göz, özür dilememe bile fırsat vermeden suratıma şamarı indirdi. Ailemin parası olmadığı için, okuyamamış, ailenin tek çocuğu olarak çalışmak zorunda kalmıştım. Arada sırada bulduğum ve baraka gibi evimizde sakladığım kitap sayfaları ve gazete parçalarından çat pat okumayı sökmüştüm o ailemi kaybettiğim vahşet gecede topladığım o kağıtlar da evle birlikte yanmıştı. İçimde kalan bu hevesle ben de konağın hanımının oğlunun kitaplarından birini almıştım. Bir gece bu olay fark edilince uyurken göğüsüme gelen o kemerin cehennem ateşince yakışı az önce yediğim bu şamarın yanında daha acıtıcıydı. Kendimi toplardığım anda özür dilemek amacıyla ağzımı açtım ama kahya buna da fırsat vermedi:
-Ben sana akşama ziyaret var, hanımımız her şeyi düzgün istiyor demedim mi? Hangi cürretle gidip keyif uykusu çekersin? Geldiğin çöplüğe geri mi dönmek istiyorsun nankör çocuk?!
Kahyanın bu sözlerinden sonra sesimi çıkarmamak istedim ama saygısızlık olarak algılanacağından korkup dudaklarım ve sesim titreyek:
-Çok özür dilerim beyim, vallahi içim-
Sözlerim suratıma inen başka bir şamarla  ağzıma tıkıldı. Cevap vermemeliydim. Ben buraya aşağılık bir barakadan gelen ve bu konakta sosyete hayatına hizmet etmekle onurlandırılmış bir beslemeydim. Haddimi aşmak yapabileceğim en büyük terbiyesizlikti. En azından yıllarca bu konakta aklıma bu aşılanmıştı.
Kahya hızlıca elime bir kova su ve bir bez sıkıştırıp tuvaletleri temizlememi emretti. Kovayla bezi alırken Meryem'in, beraber büyüdüğümüz bu konakta gözlerimin gördüğü tek kızı gördüm. Kumral, toplu saçının öne sarktığı perçeminden bana baktığını gördüm. Gözlerini ufak bir gülümsemeyle pişirmekte olduğu yemeğe kaçırdı. Az kalsın unuttuğum hayallerim aklıma geldi. Kanatlarım olmasa da ruhumu uçuran hayallerdi bunlar. Zengin olacak ve Meryem'i buralardan götürecektim.
Boş boş orada durduğumu bana kahyanın o öfkeye bulanmış sesi hatırlattı.
-Daha ne duruyorsun velet? Bir şamar daha mı indireyim değersiz yüzüne?
Kapıyı hemen ayağımla itip üst kata gitmek üzere merdivenlerden çıkmaya başladım. Her zaman yaptığım bu lanet iş yine bana kalmıştı. Sincap yüzlü bodur adamın işiydi hep bunlar. Yukarıka çıkınca ikinci katın laminant döşeme yerlerinden yansımamı gördüm. Yanaklarımda hala o şamalarından kalan kızarıklık, Meryem'le bakışmamızdan gelen kızarıklarla daha da fazlalaşmıştı. Koridorun sonuna vardığımda kapıyı açtım. İhtişamlı ayak yolu... Ne kadar güzel. Kovayı elimle yere bıraktım ve yüzümü yıkamak için lavaboya eğildim. Suratıma her vurduğum su beni yaşadıklarımdan duyduğum utanç ve öfke arasında götüp getiriyordu. Beni çöplükten alıp köle gibi davranan hanımın yaptığı parasıyla iyilik diye sayılıyorsa, benim buradan çıkıp zengin olduğum gün bu iyiliş anlayaşını değiştirecektim. Buradan çıkacak ve bu eziyete son verecektim. Bir gün...

Tür: Hikaye






Sabah 11'de alarmın çalmasıyla uyanmıştım .  Bir süre yatakta döndükten sonra yatağımdan çıktım . Pencereye yöneldim . Camı açtığımda dışarıdan gelen toprak kokusunu aldım . Bu havalar en sevdiğimdi .. Hemen üstümü değiştirdim . Annemin hazırladığı bin bir çeşit kahvaltıdan ayaküstü atıştırıp dışarı çıktım . Evimizin karşısındaki eski Opera Salonunun önünde her sabah güzel iki lafı , bir tebessümüyle bana neşe veren , kırışık gözüken vücudunun altında bir çocuğun olduğuna her zaman inandığım Hasan dede'yi gördüm . Diğer günlerin aksine bugün suratı bir hayli asıktı . Usulca yanına yaklaşıp , tüm içtenliğimle neden mutsuz olduğunu sordum . Anlatmak istemediğini söyledi . Yanına oturarak devam ettim . Ben bir sıkıntım olduğunda birine anlatamam . O yüzden doğayla konuşurum , rahatlarım . Orman özellikle böyle yağmurdan sonra buram buram toprak , huzur kokar . Benimle gelmek ister misin ? diye ekledim . Hasan dede beni çok severdi bu yüzden olsa gerek ısrarlarım sonucu beni kırmadı . Ormana doğru yürümeye başladık . Yol üstünde Mehmet abi'nin dükkanının önünde durduk . Mehmet Abi orta yaşlı , renkli gözlü , siyah saçlarının arasında birkaç tane beyazı olan bir bisiklet kiracısıydı . ''Hasan dede neden buraya geldik . '' diye   sorarken  , beni 2 dakika beklemesini rica ettim . Bir hışımla içeri girdim . Bayramdan beri biriktirdiğim son parayı Mehmet abiye vererek 2 bisiklet kiraladım . Bisikletlerle Hasan dedenin yanına gittiğimde gözleri parladı . Bir iki dakika naza çeksede daha sonra bindi . İlk dakikalarda düşüp siyah kazağını lekelese de daha sonralarında o asık suratlı dede gitti yerine mutluluktan uçan Hasan dede geldi ...






                Deren ERDAĞI

Bilge Ağaç ve Köylüler (Masal)

Bir yokmuş hiç yokmuş, kem güden fesleyeğen bu diyarı derleyen, beste ile bin haz vakti düvelden gelen nazlı kaz anlatır şimdi, şırıl şırıl akan bir derenin dibinde köklü mü köklü bir ağaç varmış. Çok bilge olan bu ağaç köylülere bütün hallerinde yardımcı olur öğüt verirmiş. Bir gün ağacın kurulu olduğu dere taşmaya başlamış ve ağacı kökünden sökecek gibi olmuş. Dallarıyla çırpınan ağacın seslerine çıkan köylüler hemen ağacı suyla akıp gidip telef olmaktan kurtulmuşlar. Köylülere çok yardımı dokunan ağaç demiş ki:
-Ey ahali, sizlere çok ama çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardınız!
Köylüler gülerek ağacın bu mütevazi yorumunu cevaplamışlar
-Senin bize yaptığın iyilikler yanında bu ne ki!
Ve böylece bilge ağaç bu bilge yaşında bir kez daha anlamış ki, yapılan hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz.

Aslan ve Üç Hayvan (Fabl)

Bir gün ormanın en güzel yerinde
 Yaşarmış güçlü mü güçlü bir aslan yeleleriyle
Bütün orman büyülenirmiş aslanın kudretiyle
Hergün yakın arkadaşlarını toplarmış
Suyun berrak, balığın bol olduğu bir nehre giderlermiş
Günlerini hep orada geçirirlermiş
Gel zaman git zaman artık kıskançlığıyla gözleri boyanan yılan
Karar kılmış aslanla yakın arkadaşlarının arasını bozmaya
Sabah erkenden yola koyulan yılan varmış aslan'ın ilk arkadaşı Patiayak köpeğe
Binbir türlü yalanla köpeğin aklını çelmiş
Varmış koyulmuş sonra aslanın ikinci arkadaşı Çatalak geyiğe
Yılanın yılmaz yalanlarıyla aklı yıkanan Çatalak geyik
Çökmüş oturmuş dizinin üstüne boynu eğik
Yaptığından memnun yılan sürünmüş üçüncü arkadaş Kılkuyruk fareye
Sinsi yılan yıkamış kılkuyruk farenin aklını zehirle
Sabah ihtişamıyla kalkan Aslan
Koyulmuş yola arkadaşı için en baştan
Gördüğünde bütün yuvaların boş olduğunu
Kaplamış Aslanın içini arkadaşlarının tehlikede olduğu korkusu
Kükreyerek koşan Aslan hızla varmış nehre
Uzaktan fark etmiş bir geyik bir köpek ve bir fare
Yaklaşırken yanlarına korkunun yerini almış neşe
Yanlarına yaklaşan aslan bi de ne duysun
Kendinin söylemediği binbir türlü yalan bulunsun
Çalıların arından öfkeyle kükreyen ihtişam
Göstermiş simasını düşünmeden bir an
Arkadaşlarını hayal kırıklığına uğratmaktan korkan Aslan
Sormuş arkadaşlarına kim yayar ortaya böyle bir buğran
Aslanın böyle şeyler söylemeyeceğine inanan kalpten üç hayvan
Aynı anda vermişler cevabı: "Yılan!"
Yuvasında yaptığından memnun olan yılan
Sanmış ki olacak kendisi ihtişamıyla ormanı düz üstünde kılan
Sabah kalktığında yılan, burnuna gelmiş bir koku
Bakmış bataklıkta bir ağacın üstünde yılan
Karşısında duruyor bir aslan ve üç başka hayvan
Gözleri hala boyalı yılan, dolanmış aramış bir derman
En sonunda aşağı inecek bir yıl bulamayan yılan
Sormuş Aslan'a neden müstehaktır böyle bir imtahan?
Öfkesinin yenen Aslan, ihtişamla vermiş cevabı:
"Kıskançlıkla laf taşıyan fesat, boğulur bir gün yükünün altında olur vasat."
KAPLUMBAĞA VE KELEBEK


Vaktiyle çok güzel bir ormanda yaşayan bir kaplumbağa varmış. Birbirinden renkli arkadaşları olmasına rağmen hep mutsuzmuş. Bir gün penceresinden dışarıyı seyrederken annesi neden arkadaşlarının yanına gitmediğini sormuş. Küçük kaplumbağa annesine; ''Onlardan çok yavaşım, onlar koşup oynarken ben sırtımdaki kabuk yüzünden hep geri kalıyorum'' demiş. Annesi buna karşılık; ''Her sahip olunan özelliğin iyi ve kötü yanlarının olabileceğini, önemli olanın sahip olduklarıyla yetinip, yapılabilenin en iyisini yapmaya çalışmak.'' olduğunu anlatsa da bir türlü ikna edememiş. Küçük kaplumbağa yine pencerenin önünde dışarıyı seyrederken en büyük hayalini kuruyormuş. Bir kelebek olmak ! İstediği gibi özgürce uçabilmek, hızlı ve hafif olabilmek. Tam bunları düşünürken penceresinin önüne öyle güzel bir kelebek konmuştu ki, kanatları gök kuşağı gibi rengarenkmiş. Kelebek, kaplumbağaya neden üzgün olduğunu sormuş. Kaplumbağa da; ''Dışarı çıkmak istiyorum fakat çok yavaşım, arkadaşlarıma yetişemiyorum, onlarla oynayamıyorum demiş. Kelebek; ''Beni dinle o zaman, evet ben çok hafifim, istediğim yere gidebiliyorum , hemde istediğim zaman ve herşeyden hızlı bir şekilde ayrıca çokta güzelim. Ama bunların hepsine sadece bir gün boyunca sahibim.'' demiş. Küçük kaplumbağa şaşırarak ''Neden ? '' diye sormuş.
Kelebek; ''Çünkü, benim ömrüm sadece bir gün. Oysa sen benim bir tek gün görebildiğim gökyüzünü, ağaçları, doğanın güzelliklerini, arkadaşlarını, aileni uzun yıllar görebileceksin. Şanslı olan ben değil sensin.'' deyip uçup gitmiş.

Bu konuşma kaplumbağayı kendine getirmiş.
Bazen sahip olunan şeylerin, imrenilen şeylerden çok daha kıymetli olduğunu ve elindeki şeylerin kıymetini bilmesini gerektiğini anlamış.

HAYAT SAVAŞI



HAYAT SAVAŞI

Şimdi yıllarca yanına bile uğramadığım yaşlı adamın sakalları kadar beyaz olan evinin içindeyim.Bizim uyumumuz siyah ile beyaz gibiydi yan yana duramayan ama birbirine karışan en güzel renkler.Daha çocukluğumdayken bile o beyazdı ben ise siyah, hep fikir ayrılıkları yaşardık.Ben hayatı küçüklüğümden beri bir savaş alanı olarak görürdüm o ise opera salonuna benzetirdi hayatı.Benim için yaşamdaki tek sanat savaştı, " hayat savaşı ".Zenginin fakiri ezdiği, güçlünün güçsüzü dövdüğü bu dünyada tek ve en önemli şey savaştır bu dünyada estetiğe ve kişisel zevklere yer yoktur. İşte bu yüzden bir asker olmak istiyordum. Orduya yazıldığımı ilk duyduğu zaman babamdan yediğim tokatı hiç unutmuyoru. O, belkide kendi babasının savaşta şehit olduğu için benim asker olmamı istemiyordu yada bana sürekli bahsettiği barış zırvalıkları yüzünden öyleydi.Tanrı bile insanları eşit yaratmamışken nasıl olurda barıştan, eşitlikten bahsedilebilirdi ki. İşte o tokat benim savaşımın başlangıç noktasıydı.


Orduya girdiğimde daha acemi bir asker iken kazandığım başarılar ile adımı bütün ülkeye duyurmuştum. Çocukken sincaptan korktuğum için babamın bana taktığı sincap lakabı orduda da peşimi bırakmadı, çok hızlı ve çevik olduğum için orduda ismim yerine sincap lakabıyla çağrılmaya başlandım, en üst rütbe generaller bile bana bu lakap ile seslenmeye başladıalr. O yıllarda babam ile birkaç kez mektuplaştık ama tavrı hala aynıydı, bir süre sonra mektuplaşmalarımız da kesildi bir daha hiçbir şekilde haber alamadık birbirimizde.Bu süre zarfında kendimi orduda iyice geliştiriyordum, savaş stratejilerini öğrendikçe daha da hırslanıyor ve kendimi kanıtladığımda rütbem artıyordu.Bir gün benim savaşımın dönüm noktalarından biri gerçekleşti, aşık oldum.O günden sonra hayatım değişti.Artık askerliği önemsemiyor sadece aşık olduğum kadını düşünüyordum. İçimdeki askerlik aşkı yerine başka bir aşk doğdu. Sevdiğime karşı olan savaşımı kazanamadım, sonunda evlendik.Aradan iki yıl sonra ikizlerimiz doğdu onlar biraz büyüdüklerinde babam ile tanıştırmak istiyordum fakat bir türlü gidemiyordum yanına belkide yıllar sonra onu tekrar görmekten korktuğum için gitmiyordum . İşte şimdi onun yanındayım yıllar sonra onun ölüm haberi ile döndüm buraya, şimdi karşımdaki bembeyaz sakallı, soğuk ceset benim babam.Bulunduğu yatağın yanındaki eskimiş komidinin üzerindeki mektubun içinde yazan son cümle bütün hayatımdan pişman olmamı sağladı.
" Oğlum, oralarda bir yerde seni bekliyor olacağım. "


9 Ocak 2015 Cuma

                       GÜZEL KALPLİ ÇİRKİN ADAM
                
                  
                      Güzel , huzurlu bir gün ve günlerden perşembeydi .Operadan çıkmış en sevdiğim bisikletimle evin yolunu tutmuştum . Evin yolunu kısaltmak için ormanın içinden gitmeye karar verdim .Ormana girdiğimde ulu bir çınar ağacının altında minik elleri , kabarık tüyleri , pörtlek gözleri olan bir sincap görmüştüm . Onu sevmek için yanına yaklaştığımda benden kaçmaya başlamasına rağmen onu sevmeyi çok istiyordum ve peşinden gitmeye başladım . Biraz zaman geçtikten sonra yolumu kaybettiğimi anladım . Koştururken karşıdan yaşlı ve çirkin yüzlü adam bana doğru ilerliyordu . Korkup yönümü değiştirdim . İyice kaybolmuştum , biraz ilerledikten sonra karşıma söğüt ağacının tepesinde tahtaları siyahlaşmış vir ev çıktı . İrkildim .. 
Bomboş ve korkutucu bir evdi bu . Bu evin karşısında bulunan bir ağacın altına oturdum hem aç bir hayli yorgundum . Açlığım merakımın önüne geçti o anda . Çıktım hızlı hızlı o eski ağaç eve kapıyı açıp açmamak arasında kararsız  kaldım bir süre ama o anda geldiğim yol üzerinde o yaşlı adamı gördüm . Adamı ıssız bir daha görünce korktum ve girdim bir anda içeriye .. Bir şeyler yeyip , uyuya kaldım. Sonra o adam geldi . Uyandırdı beni , oldukça ürkmüştüm . Beni sakinleştirip masaya oturduk ve uzunca sohbet ettik . Adam çirkin olması nedeniyle herkes ondan kaçıyor diye ormana yerleşmiş . Ve çok yalnızmış . Anladım ki tipine göre yargılanmamalı insan , çünkü bu çirkin adamın kalbi çok güzelmiş . O gün karar verdim ki haftada 3 gün yanına gelip sohbetler etmeye ..

7 Ocak 2015 Çarşamba

İyi bir kitabın, iyi seçilmiş veya iyi bakılmış bir meyve ağacına benzediğini söylemek, hakikaten daha azını söylemek olur. Onun meyveleri YALNIZ bir mevsimlik değildir!

Kitap, İnsanların En Güvenilir Dostudur!  

    Bir zamanlar Mustafa Ağanın evinde ikiz çocuklar doğmuş.Anneleri bu ikiz çocukları doğururken ölmüş. İkizlerden biri sarı saçlı yeşil gözlü olanın ismi Timur imiş. Kumral saçlı kahverengi gözlü olanın ise Kağan imiş. Timur, Kağana göre fazla girişimci ve fazla meraklıymış. İki ikiz çocukluk zamanlarını birbirlerinden hiç ayrılmadan geze geze, oynaya oynaya geçirmişler. 

    Lise çağına gelen Kağan ve Timur, kendilerini tanıma ve keşfetme çabasına girmişler. Ancak bu keşfetme işinde Kağan, Timur kadar başarılı olamamış. Timur kendini kitaplarda bulmuş ve okuduğu her kitaptan kendine bir şeyler katarak kendini geliştirmiş. Kağan ise hala kendini keşfetme ve tanıma fatsındaymış. Timur her gün ama her gün kitap okurmuş. Kağan kitap okumayı pek sevmezmiş. Timurun ve Kağanın babası Mehmet Ağ, Timuru takdir etmiş. Kağan bu olay sonrasında, Timura karşı bir kıskançlık bir nefret beslemeye başlamış. Timur, eve her iki günde bir kitapla gelmiş. Artık Timurun odası adeta bir kütüphane olmuş. Kağan artık Timurun kitap okumasına dayanamamış ve Kağan kendince kötülükler düşünmeye başlamış ve aklına bir fikir gelmiş. Eğer her defasında getirdiği bütün kitapları yakarsam artık Timur kitap almaktan vazgeçer ve pes eder, diye düşünmüş. Kağan gizli bir şekilde Timurun kitaplarını yakmaya başlamış. Timurun odasındaki bütün kitapları kahkahalar atarak yakmış ve odadan çıkmış. 


    Timur akşam gelip odasına girmiş. Kağan, Timur ne tepki verecek diye onu takip ediyormuş ancak Timur odasından çıktığında en ufak bir tepki göstermemiş. Kağan çok şaşırmış ve hemen odaya girmiş ve bir bakmış ki bütün kitaplar yerinde ve hatta eskisine göre de daha da fazla kitap gelmiş. Kağan hem şaşırıp hem korkmuş ve ben napıyorum, diyerek kendini orada silkelemiş. Bu olaya çok şaşırmış kötü biri olmadığını düşünerek bu yaptıklarını babasına ve Timura anlatmaya karar vermiş. 

      Babası ve Timur bu olaya olgunlukla karşılamış. Babası da Timur da Kağanı kitap okuması gerektiğini vurgulamış. Kendini keşfetmek için iyi bir başlangıç olabileceğini söylemişler. Ve Kağan artık kitap okumaya karar verip ‘Ayşegül Tatilde’ isimli kitap ile okumaya başlamış. Hem Kağan hem de Timur artık beraber kitap okumaya karar verip bir ömür sıkı bir dostluk yaşamışlar.

tür:MASAL

Bir varmış bir yokmuş.Çok uzak diyarlarda bir prenses varmışPrensesi tüm halk çok severmiş..Prenses bir gün aşık olmuş.Hatta aşkından hastalanmış...Kral Diego binbir doktor çağırmış ama hiç bir doktor derdine derman olamamış.  
       Bir gün köye yeni gelen biri olmuş,tesadüfen o da kaçtığı köyde çok iyi bir doktormuş.Herkes ona gelir,ve sonunda elleri boş dönmez iyileşirlermiş.Doktoru muayeneye çağırmışlar,gelmiş.Krala,kızınız aşık olmuş,demiş.Kral bunu duyunca kızmış.Halbuki prenses karşı ülkenin prensine aşık olmuş...Doktor,onun ilacı yalnızca sevdiğidir demiş.Kral,gözü gibi baktığı,dünyadan çok sevdiği,altın sırma saçlı,masmavi gözlü biricik kızını prense vermek zorunda kalmış.Kral prense haber salmış.Prens buna çok şaşırmış ve acilen evleneceği kızı görmek istiyormuş.Yola cıkmış.Yol o kadar uzunmuş ki,iki gündür at sırtındaymış.
       Prense aşık bir cadı varmış.Bu olayları duyunca küplere binmiş.Hemen nerede olduğunu sihirli küresinden öğrenmişHemen peşine takılmış.Cadı prensi bulmuş,ve oracıkta ona büyü yapmış.Prens olduğu gibi yere serilmiş.Cadı hem üzülmüş,hem de artık evlenmeyeceği için seviniyormuş.Bu olanları prensesin konuşan tavşanı Wiolet görmüş.Hemen prensese söylemeye gitmiş.Prenses olanları duyunca hemen doktoru da yanına alıp ormana gitmiş.Doktor prensi baygın halde görünce tavşana neler olduğunu sormuş.Tavşan,cadının ona büyü yaptığını anlatmış.Doktor da bu tür büyülerin tek ilacının sevdiğinin öpücüğü olduğunu biliyormuş.Bunu prensese söylemiş.Prenses hiç tereddüt etmeden eğilmiş...Bir buse kondurmuş.Prens yavaşça kendine geliyormuş.Prenses o mutlulukla Doktoro sarayın doktoru olacağını söylemiş.Doktor sevinçten havalara uçmuş.Hep birlikte kalkıp at arabasına binmişler.Saraya gitmişler.
        Geldiklerinde sarayda Kral Diego düğün için hazırlıkları tamamlamış bile.Hemen evlenmişler.Doktor sarayda kalmış,prensle prenses de mutlu mesut yaşamışlar.Ne varsa aşk da var...



                                                                      

Sevda Aleyna Sarı

BİR SİNCAP

Ağaçların rüzgar sayesinde çıkan hışırtılar, bisikletli Murat'ın hızına hız katıp adeta kuş gibi uçuruyordu. Murat bisiklet sürmeye aşık biriydi. Yıllardr kullandığı bisikletini her geçen gün yeni şeyler takar, süslerdi. Bunun hakkında yeni şeyler keşfetmeyi sever, dergiler okurdu. Bir sabah, günün ilk ışıklarıyla birlikte bisikletiyle her zaman gittiği gazete bayiisine giderken sokağın sonunda, caddeye bakan tarafta siyahlı yaşlı bir amcanın bröşür dağıttığını gördü. Kıyafetlerinin özenliliğinden belliydi, bir kuruma aitti. Merakla yaşlı amcanın yanına gitti ve öğrenmek istedi.
Bu, sinacapların gösterisiydi. Yani Murat yaşında bir grup çocuğun sincap kostümleriyle türlü türlü eğlencenin gösterisiydi. Gösteri yarın saat ikide Gençlik Opera ve Kültür Sanat Merkezi'nin karşısındaki salondaydı. Bütün bilgileri aldıktan sonra bayiiden dergisini alıp devam etti. Günü her zamanki gibi geçirdi. Ertesi gün kahvaltısını edip üstünü giydikten sonra yola çıktı. Giderken taze sıkılmış portakal suyu da aldı. Bisikletini park etti ve içeri girdi. Çocukları eğlendiriyorlardı. Çocuk perde arkasına geçti ve sincaplardan birinin ağladığını gördü. Murat yanına gidip neden ağladığını sordu. Sincap:
-Bu işe ölen çocuğum için girdim. Ve buraya gelen insanların güldüğünü görünce onu memnun ettiğimi hissediyorum.
Adam ağlayan gözlerini silerek başını çocuğa çevirince şaşkın bir şekilde kalakaldı. Çocuk ölen oğluna çok benziyordu. Aklına ilk gelen şey şu oldu:
-Benimle burada gösterilere çıkar mısın?
Belki de onu sık sık görebilmek için tek fırsat olduğunu düşündü. Çocuk sevinçten deliye döndü. Böyle bir şey hiç beklemiyordu. Birbirlerine sarıldılar ve günler çocuk için bisiklet sürerek, dergi karıştırarak, sahneye çıkıp eğlenip eğlendirerek geçmeye başladı.

6 Ocak 2015 Salı

Hayal gücü bilgiden daha önemlidir!


 Yılan İle Kanarya


Kanarya öğrencilerine ders anlatıyormuş. Yılan hem dersi dinlemeyip hem de konuşuyormuş. Yılan, arkadaşlarının dikkatini dağıtarak sınıfın düzenini bozuyormuş. Öğretmen olan Kanarya, Yılana: ‘’Bu şekilde sadece geleceğin ile oynarsın ve geceleceğini keşkelerle geçirirsin.’’ demiş. Yılan bu lafa sadece gülmüş. Aradan 10 yıl geçmiş ve Kanarya emekli olmuş. Bir gün Cuma namazı çıkışında dilenen sima olarak tanıdık bir yılan görmüş. Yılan kafasını kaldırıp: ‘’Aa! ocam sizsiniz evet evet sizsiniz merhaba hocam.’’ demiş. Ancak bu cümleleri sarfederken rahat gözükmeye çalışmış ancak içi pişmanlık, hüzün, acı var imiş. Kanarya suskunluğunu bozarak ‘’ Çok pişman görünüyorsun ancak son pişmanlık fayda etmez.’’ diyerek oradan ayrılmış.